29 Temmuz 2013 Pazartesi

İnsanlar Alemi 4.Bölüm - Geç Kalmış Öğrenci (Gülmekten ölmek üzereyim)

               ARKADAŞLIK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

  Arkadaş ya da dost gibi kavramlar her şeyden öte sırtını dayayabileceğin o sıfatları taktığın kişilere sonuna kadar güvenebileceğin kişilerdir bana göre.Gerçek arkadaşlık maddi beklentiler,değişik düşünceler,siyasi ve sosyal konumlarla çerçevelenen bir şey değildir.Gerçek arkadaşlık zamanla gelişen ve paylaşılan duyguların oluşturduğu bir bütünden meydana gelir.Bu nedenle çevremizde çok değişik arkadaşlıklar vardır: ev arkadaşlığı,iş arkadaşlığı,okul arkadaşlığı,mahalle arkadaşlığı vs. vs. bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkün.Ancak en zoru gerçek bir arkadaş sahibi olabilmektir.
            Günümüzde iyi bir arkadaş ondan da öte iyi bir dost bulabilmek o kadar zor ki.Karşılıklı menfaatlere dayanan insan ilişkileri ne yazık ki kendini bu noktada da gösteriyor.Hiçbir duygunun temiz ve saf olmadığı yaşamımızda belki hiç dokunulmayan,başkaları tarafından kirletilmemiş arkadaşlıklar da vardır kim bilir...Dostluk, tek bir tanımı olmayan bir kavramdır: Paylaşmak, güvenmek, fedakarlık ve açık sözlülüktür
           İnsanların yaşamlarında karşılaştıkları birtakım güçlükler vardır.Dünümüzün bugünümüzle bir olmadığı şu dünyada tabi ki de sürekli duygu değişimleri içine giriyoruz.Kimi zaman kaliteli vakit diye tabir ettiğimiz mutlu ve güzel anlar yaşarken, kimi zaman da üzüntü ve elem içerisinde günler geçiriyoruz.İşte böyle anlarda arkadaşlığın değeri konusu rol alır.Ben sadece iyi zamanlarımda yanımda olan kişilere arkadaş demem.Olsa olsa benim için bir 'tanıdık'tan öteye geçemez.İyi arkadaş en kötü gününde de yanında olandır.Seninle ağlayıp,seninle gülebilen,duygularını paylaşıp,seni anlayabilen kişi gerçek arkadaştır ve böyle bir arkadaşlık kurmak gerçekten çok zordur.Artık her şeyi çabuk tüketmeye alıştığımız için bu kavramları da gelişen dünya ile birlikte yavaş yavaş kaybediyoruz aslında.
            Bir de arkadaş dost sevgili kanka gibi kavramlar arasında o kadar farklılıklar var ki.Bu konu hakkında Hıncal ULUÇ'un 'Arkadaş...Dost... Sevgili... Sizce hangisi?' isimli kitabından ufak bir alıntı yapmak istiyorum:Yapacak bir şey bulamadınız...Vaktiniz bomboş...Telefon defterine bakıp birini arıyorsanız,bilin ki o arkadaştır...Kendinizi yalnız,çaresiz hissediyorsunuz...Sıkıntıdasınız...Başınız dertte...Maddi olmasa bile manevi bir desteğe ihtiyacınız var...Her neyse...Özeti başınızı yaslayacak bir omuz arıyorsunuz...O zaman ararsanız...Onun adı,dosttur...İki eliniz kanda...Vaktiniz hem de nasıl dolu...İşler,toplantılar,randevular,seya- hatler,okul,berber,kuaför,terziler,daha aklınıza ne gelirse...Kendinize ayıracak zamanınız yok...İmkansız...Bir saniye bile bulmanız mümkün değil...Eğer birisi için imkansızı aşıyorsanız,eğer birisi için olmayan zamanı yaratıyor ve ona koşuyorsanız,kıymetini bilin...O en güzelidir,o en harikasıdır.O muhteşemdir.O sevgilidir...
      Bu konu hakkında daha önce okuduğum ve aklıma gelen bir hikayeyi de paylaşmak istiyorum:Bir zamanlar iki arkadaş çölde yolculuk yapıyorlardı Yolun bir yerinde aralarında tartışma çıktı ve arkadaşlardan birisi diğerinin yüzüne tokat attı Tokat yiyen arkadaşın canı yanmış kalbi kırılmıştı; ama hiçbir şey demedi sadece eğilip kuma şunları yazdı:
"Bugün en iyi arkadaşım yüzüme tokat attı"
Yürümeye devam ettiler Suları bitmek üzereydi Neyse ki sonunda bir vahaya ulaştılar Doya doya su içtiler mataralarını doldurdular Sonra suda yıkanmaya karar verdiler Tokat yemiş olan arkadaş suyun balçıklı kısmına takıldı Git gide batıyordu Ama arkadaşı hemen atılıp onu kurtardı Suda boğulmanın eşiğinden kurtulan arkadaş biraz ötedeki bir kayanın yanına gitti ve kayanın üzerine şu yazıyı kazıdı:
"Bugün en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı"
Diğeri sordu:
Senin canını yaktıktan sonra kumun üstüne yazmıştın şimdi ise bir kayanın üstüne yazıyorsun neden?"
Arkadaşı ona şöyle cevap verdi:
"Birisi bizi incittiğinde, bunu kumun üstüne yazmalıyız Ta ki affedicilik rüzgarları onu kolayca silebilsin Fakat birisi bize iyilik yaptığında onu kayanın üstüne nakşetmeliyiz ki Ne öfke ne intikam rüzgarları onu oradan silemesin

              İşte böyle bir şeydir aslında arkadaşlık ve dostluk kavramları.Hiçbir çıkar ve menfaat beklemeden karşılıklı güven, sevgi sadakate bağlı dünyanın en güzel duygularından biri...Çevreme baktığımda kimin arkadaş kiminse 'tanıdık'olduğunu bazen ayırt edemiyorum.İnsanlar o kadar ikiyüzlü olmaya başladı ki.Bunda hem gelişen dünya koşulları hem de artık eskisi gibi küçük olmamamız ve gerçek hayat kavramıyla tanışmamız da etken tabi ki ama benim bildiğim bir gerçek varsa da gerçek arkadaşlıklar hiçbir şekilde bunlardan etkilenmezler.Senin her zaman yanında olabilen-ki olamasa da yanında hissettiğin-seninle duygularını paylaşan,senin yerine geçip 'sen' olabilen,düştüğünde kaldırmasını,hayattan uzaklaştığında seni kendine getirmesini bilen kişi gerçek arkadaştır.
              Bazen de bir insan giriverir hayatınıza aniden. Belki de gönülsüzdünüz başta ona kapıyı açarken, belki ön yargılı, belki de sırf yorgunluktan ve ona ayıracak zamanınız ve enerjiniz olmadığı için neredeyse onu reddedecektiniz. Oysa bilemezsiniz ki, hayatta kim neler dikecek bahçenize, kim neler sökecek! Şu hayatta insanın başına ne gelirse hep en yakınlarından gelir derlerdi de inanmazdım.Nedenini bilmiyorum ama sanırım herkesi kendim gibi düşündüğüm için olsa gerek.Şu yaşıma kadar yaşadığım kötü anlarda bazen hep en yakınlarım rol oynadı.Şuraya gelmek istiyorum aslında:insan çoğu zaman kendisini düşünecek ki en yakınları bile ona zarar veremesin.Sanırım bazen bencil olup kendini düşünmek daha sağlıklı oluyor.Zaten sana zarar veren, senin iyiliğini düşünmeyen kişi hiç arkadaşın olamamıştır ve uzak durmak gerekir.Nasıl ki pazardan bir şey aldığında sağına soluna bakarak çürük olup olmadığını kontrol edersin işte buna benzer yollarla gerçek arkadaş ve tanıdık ayrımını yapabilirsin.Sonuçta bütün arkadaşların iyi olacak değil ya elbette içlerinden çürükleri de çıkacaktır.Önemli olan onları hayatından çıkarabilmek ve diğerlerine zarar vermeden ayıklayabilmektir.

Bir gün bunalırsan sıkıntını paylaşmak istersen
BENİ ARA 
İki elim kanda olsa da gelirim,sıkıntılarını yok ederim,
Bir gün ağlayacak gibi olsan da
BENİ ARA
Seni belki güldüremem ama söz veriyorum seninle birlikte ağlayabilirim,
Bir gün uzaklara kaçmak istersen beni aramaktan çekinme
Seni belki durduramam ama senle birlikte koşabilirim
Bir gün yüksek bir köprüden atlamaya kalkarsan da
ARA BENİ
Seninle birlikte atlayamam belki AMA 
Aşağıda bekler seni tutabilirim
Bir gün herhangi bir konuda kararsız kalırsan 
ARA BENİ
Seni senden daha fazla düşünür fikirler verebilirim...
Bir gün kimseyi dinlememeye karar verirsen de 
ARA BENİ
Ağzımı açmayacağımı,söyleyemediklerini bile dinleyeceğimi bil
Bir gün beni üzdüğünü düşünürsen de çekinme yine 
ARA BENİ
Göreceksin sana kıyamam,kızamam üzmem seni
Bir gün beni ararsan ve karşılık bulamazsan
SÖZ VER 
O zaman sen ulaşmalısın bana 
Çünkü o zaman bir meleğe ihtiyaç duyduğumu bilmelisin 
SENİ SEVİYORUM DOSTUM ( Bir slayttan alıntıdır.)
Şimdi soruyorum sizlere: dostluk arkadaşlık gibi bu kavramları kim böylesine yaşayabiliyor ki artık?

26 Temmuz 2013 Cuma

                                         ÇALIŞANIN ALIN TERİ
              Öncelikle neden böyle bir yazı yazmaya karar verdiğime değinmek istiyorum.Yine yazın ve İstanbul'un o sıcağında stajımı yaptığım bir zamanda tramvayda akordiyon çalan bir çocukla karşılaştım.Çocuk bir yandan akordiyonun notalarına basıp ezgili bir şarkı çalıyor bir yandan da 'şu öğrenciye bir harçlık' diyordu.Dikkatinizi çekerim burada küçük çocuk dilenmiyordu.Aksine öğrendiği bir enstrüman yardımıyla İstanbul'un kavurucu sıcağında kendine harçlık toplamaya çalışıyordu.Çocuğun bu söylemi aslında çok hoşuma gitmişti ve beni bir nebze de olsa günün yorgunluğundan alarak bu konu hakkında düşünmeme sebep oldu.
                     Bugünkü yazımda gerek dış dünyada gördüğüm gerekse kendimden deneyimlendiğim bir konu hakkında düşüncelerimi belirtmek istiyorum.Mimar Sinan'ın da dediği gibi 'Emek çekilmiş her şey,değerlidir.' Her ne kadar günümüzde emeğin ve emekçinin göz ardı edilmesi söz konusu olsa da bence en değerli şeylerden birisi verilen emek karşılığında bir şey elde edilmesidir.İnsan emeği ile elde etmediği şeyler üzerinde tasarruf hakkını çok çabuk kullanabilirken emek ile elde edilen şeylerde en az kırk kere düşünmesi söz konusu oluyor.Benim açımdan buna en güzel örnek sanırım staj sürecinde kazandığım ücretler olacaktır.Bu şekilde kazandığımda artık on kere düşünüp duruma göre harcamaya karar veriyorum.Her defasında 'Bu şuan benim için gerekli mi? Çok mu acil bir ihtiyacım?'gibi sorularla karşı karşıya kalıyorum.Ama sürekli ailesinden geçinen ve çalışmayı düşünmeyen birisi için böyle soruların hiçbir önemi yoktur nerdeyse.Ancak unutulmamalıdır ki 'Alın teriyle kazanılan kutsal ekmek,başıboşluğun getirdiği ekmekten daha tatlıdır.'
                     Bir diğer noktaya da değinmek istiyorum ki sanırım özellikle stajyer öğrenciler ve asgari ücretle çalışan işçilerimiz bu söylemime katılacaktır.Her ne kadar gerek Kutsal kitabımız Kur'an'da gerekse diğer yazaılı eserlerde emeğin ve emekçinin önemi vurgulanıyor olsa da bazı emek hırsızları kişilerin bazı durumlarından faydalanarak daha düşük ücretle ve kötü çalışma koşullarında çalışmasına neden olmaktadır.Bunlara emek hırsızları diyorum çünkü her ne kadar TCK kapsamında düzenlenmemiş olsa da bu olay sosyal bir hırsızlıktır.Emeğin hiçe sayılması,göz ardı edilmesi en büyük yanlışlardan biridir.Ancak bu durum işverenlerin karşısına geldiğinde hep sığındıkları ortak bir sözcük grubu vardır: ülke şartları ! Aslında çok da iyi bildiğimiz bu durum üzerinde çok fazla durmadan yakınlarda okuduğum bir gazetedeki fotoğraf görüntüleri ile alın terinin ne kadar önemli bir olgu olduğunu göstermek istiyorum.










                     

HUKUK ÖĞRENCİSİ OLMAK

                        HUKUK ÖĞRENCİSİ OLMAK
          Bugünkü yazımda biraz da kendi bölümümle alakalı bilgiler vermek istiyorum.Önce bu bölümü nasıl seçtiğimden ve üniversiteye nasıl geldiğimden kısaca bahsedeyim daha sonra da bölümle ilgili bilinmesi gerekenlerden ve hukuk biliminden notlarla yazımı sonlandırmak istiyorum.
         Öncelikle belirtmek isterim ki bölümü seçtiğimde ailemizde ve çevremizde hukukla ilgilenen hiç kimse yoktu.Hatta o zamana kadar hukuki herhangi bir işlemimiz olmadı.Babamın o zamanki meşhur sözü de hala kulağımda : 'Oğlum ben 50 yaşındayım ama bir kere bile mahkemeye gitmedim.' Ama bu lafını daha sonra babaannemin vasilik işlemleri ve kendisi ile ilgili davada yutmak zorunda kalacaktır :) Dediğim gibi hukukla ilgili hiçbir geçmişim olmamasına rağmen neden hukuk diye tutturmuş ve hatta bir sene daha hazırlanmak zorunda kalmıştım? Bu sorunun cevabını ilk başlarda hiç düşünmeden vermiştim aslında.İnsan mesleğini seçerken bence kişisel özelliklerini hep ön planda tutuyor.Ben de bundan etkilenmiş olacağım ki insanlar arasında ve özellikle arkadaşlarım arasındaki dengeyi kurmak adına yaptığım çalışmalar,olaylara farklı açılardan bakabilme yetisi ve farklı düşünceler arasında denge kurabilme özelliğim belki de benim daha adaletli olmamı sağladı.Bu nedenler ve ülke olaylarından da etkilenmem ile birlikte bu bölüme olan ilgim gün geçtikçe artmıştı.Artık liseden mezun olduğumda aklımda sadece bir bölüm vardı:HUKUK
        Ancak gelgelelim insanların her istediği hemen olmayabiliyor ve bende bu kesimin içine girmiştim ilk sınavdan sonra.ÖSS'de aldığım 318 puan bana yetmeyeceği için her ne kadar üzülmüş olsam da bütün baskılara göğüs gerip bir sene daha hazırlanmama neden oldu.İlk başlarda bu bir senenin benim için kayıp olacağı düşüncesine inanmaya başlamıştım.Ancak insanın istemediği bir bölümde ve meslekte bir ömür geçirmesi ile istediği bölüm için bir sene hazırlanmayı karşılaştırdığımda ağır basan taraf tabi ki de hazırlanmam oldu.Gerçekten insan başlarda çok zorluk çekiyor.Düşünün ki bütün arkadaşlarınız değişik üniversitelere gitmiş küçücük şehirde bir tek siz kalmışsınız.Ne kadar acı bir durum olduğunu anlatamam.Hatta ilk zamanlarda 3-4 gün hiçbir şey yapmadan dershaneye gidip geldiğimi de bilirim.Ancak bir yerden başlanması lazımdı ve bu yerin eğlenceli ders MAT-1 den olacağına karar verdim.Zaten çok fazla bir eksiğim yoktu.Sadece hız kazanmak için pratikler yaparak yeni seneye hazırlık yaptım ve senenin başında birkaç konu haricinde hem konu hem de soru itibariyle ilerlemiştim.Bu ilerleyen zamanlarda benim işime çok yarayacaktı ve bunun farkına sonradan vardım.
       Bence insanın en büyük rehberi yine kendisidir.Bunu hazırlandığım sene fark ettim ve bütün planlarımı kendime göre yapmaya başladım.Başlarda soru sayılarımı kendime göre ayarladım ve her geçen hafta vitesi arttırarak çeşitli kaynaklardan daha fazla soru görmeye çalıştım.Hazırlanan arkadaşlara şunu tavsiye etmek isterim ki tek bir kaynaktan çalışmak sizi köreltir bir süre sonra.Ne kadar çok soru o kadar çok köfte bir nevi :) Ben şahsen ilk zamanlarda 300-400 daha sonraları ise 600-700 arası soru çözmeyi alışkanlık haline getirmiştim.Hatta bu soruları görmediğim zamanlarda da uyku tutmazdı.Ah o vicdan yok mu o vicdan hep beni rahatsız ederdi.Tabi konu daha önce anlaşılırsa ne gerek var vakit kaybına.Bu durumda belki 200 soru bile konuyu anlamaya yeterli olacaktır.Ayrıca belirtmek isterim ki bu soruların hepsi tek bir konu değil.Yani bütün derslerden önem derecesine göre belirlenmiş toplam soru sayısıdır.
      Evet şimdi de gelelim fizyolojik ve psikolojik ayarlara.Başta da belirtmiştim arkadaşlarım gittikten sonra çok bunalmış gerçekten çok sıkılmış ve üzülmüştüm.O zamanlar yapabildiğim ancak şimdi bunu kaybettiğim kendimi motive etme özelliğim ile birlikte sanki ilk defa hazırlanıyormuşum gibi kendimi hazırladım.Hala çalışma masamın bir köşesinde duran 'Başarı inanmaktır.'mantığı ile önce kendimi inandırdım.Her defasında benim üniversiteye giden arkadaşlarımdan neyim eksik diyip  kendimi motive ettim.İnanın 2.sene kalan bir öğrenci için bunlar olmazsa olmazlar.Tabi ki de çok bunaldığım bu monotonluk içinde hayattan artık zevk almamaya başladığım zamanlar da oldu.Ama her defasında kafamı boşaltmayı ve bir an için de olsa ders ortamından uzaklaşmayı başarabildim.Örneğin haftada bir Galatasaray maçına giderek beynimi 90 dk da olsa başka yerlere çekmeye çalıştım.Yine haftada birkaç saat arkadaşlarla oturup ders dışında sohbet edebileceğim ortamlar oluşturmaya çalıştım.Böylece zaten sürekli ders ve sınav maratonu ile yorulan beynimi az da olsa dinlendirmeye gayret ettim.Burada bahsedeceğim diğer bir konu ise fizyolojik başlığı adı altında tabi ki de sağlık ve beslenme.Bazı arkadaşlar artık depresyonun verdiği etkiyle yemeden içmeden kesilirdi.Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki arabaya benzin koymazsan gitmez.Sanırım yeterince açık olmuştur.:)
        Sonunda koskoca bir maratondan sonra önce ilk ayakta daha sonra da ikinci ayakta istediğim bölüme gidebilmek için gereken puana kavuşmuştum.İnanın bilgisayar başında derecemi ve puanımı görünce elde ettiğim o mutluluğu çok şeye değişmem.Koskoca bir sene ve yorucu olaylardan sonra mutlu sonla Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne gelmiştim.Ne yalan söyleyeyim başlangıçta o tarihi bina bana çok büyüleyici gelmişti.Deniz manzarası,buram buram tarih kokan salonları,kocaman bahçesi,bana göre devasa binaları beni benden almıştı.Ama üniversitenin sadece bunlardan ibaret olmadığını biraz geç anlayacaktım.
     Bu arada unutmadan hemen paylaşayım.Aşağıda Türkiyedeki hukuk bölümü olan üniversiteler yer almaktadır.Buradan da anlaşılacağı üzere pasta küçük paylaşacak kişi sayısı çok büyük...
  ( http://hukuk.sdu.edu.tr/tr/baglantilar/diger-hukuk-fakulteleri-1665s.html )
 

   
   
       Biraz önce de söylediğim üzere sayıları 70'in üzerine çıkan Hukuk Fakülteleri her yıl ortalama 5000-10000 arası mezun veriyor.Buradan da ne kadar rekabetçi bir piyasa olduğunu anlayabiliriz aslında.Peki normal şartlarda 22 yaşında mezun olacak hukuk fakültesi öğrencisinin yapabileceği meslekler nelerdir?Biraz da bunlar üzerinde durmanın yararı olacaktır:
 
  1-)AVUKAT:  Hukuk fakültesi deyince akla gelen ilk meslek elbette ki  avukatlıktır.Mesleğe kabul için neredeyse herhangi bir yeterlilik aranmayan avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için Avukatlık kanunu madde 3'teki koşulları taşıyor olmak yeterlidir.Bunlar ise:
Avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için:
a)Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
b)Türk hukuk fakültelerinden birinden mezun olmak veya yabancı memleket hukuk fakültesinden mezun olup da Türkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalan derslerden başarılı sınav vermiş bulunmak
c)Avukatlık stajını tamamlayarak staj bitim belgesi almış bulunmak,
d) (Ek: 2/5/2001  - 4667/3 md.; Mülga 28/11/2006 - 5558/1 md )
e) Levhasına yazılmak istenen baro bölgesinde ikematgahı bulunmak,
f)Bu kanuna göre avukatlığa engel bir hali olmamak gerekir.
     Bu koşulları taşıyanlar avukat olmaya hak kazanabilecektir.Her ne kadar günümüzde avukatlıkla ilgili yeni düzenlemeler olacağından bahsedilse de an itibariyle bu durum geçerlidir.Şu an itibariyle ülkemizde 78000den fazla avukat bulunmaktadır.Avukatlık mesleğini seçen bir hukuk fakültesi mezunu için birden fazla seçenek de bulunmaktadır.Mesleğini serbest olarak yapabileceği gibi bir şirkette yahut kamu kurumunda yada sözleşmeli avukat olarak devlette de görev alabilir.Şu an itibariyle ülkemizde belli bir uzmanlık kazandıktan sonra avukatlık mesleği ile uğraşmak daha isabetli olacaktır.Özellikle İstanbul,Ankara,İzmir gibi büyük şehirlerdeki hukuk bürolarında her avukatın uzmanlığı farklıdır ve bu da hukuk bürolarının seçilmesinde önemli yer tutmaktadır.Naçizane fikrim olarak mezun olunduktan sonra ilgiye göre Yüksek lisans yapılmasının isabetli olacağı kanısındayım.Ayrıca Avukat olmak isteyen bir hukuk öğrencisinin ilk önce özellikle yaz aylarında ona sorumluluk verebilecek bir hukuk bürosunda yaz stajı yapmasının yararlı olacağını da öğütlüyorum.

2-)HAKİM/SAVCI: Avukatlığa hak kazanabilmek için gerekli koşulların Avukatlık Kanunu’nda sayılması gibi, hakim / savcı olabilmenin koşulları, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu‘nda düzenlenmiştir. Buna göre, hakimlik / savcılık mesleğine hak kazanabilmek için belirli niteliklere sahip olmak gerekir. 2802 sayılı kanunun Adaylık Dönemi başlıklı İkinci Kısımda yer alan Birinci Bölümü, bu hususlara ilişkin hükümler içermektedir.
Kanunun 7. maddesinde de belirtildiği üzere, hakimlik ve savcılık mesleğine hak kazanabilmek için belirli niteliklere sahip olmak gerekir. Bu niteliklere sahip olunmasından sonra başlayan adaylık süreci de başarı ile tamamlanmalıdır.
Adayların Nitelikleri
Madde 8: Adaylığa atanabilmek için :
a) Türk vatandaşı olmak,
b) Giriş sınavının yapıldığı tarih itibarıyla otuz beş yaşını doldurmamış olmak,
c) Adli yargı adayları için; hukuk fakültesinden mezun olmak veya yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye‘deki hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip başarı belgesi almış bulunmak,
İdari yargı adayları için; hukuk fakültesinden mezun olmak veya yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye’de hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip başarı belgesi almış bulunmak, hukuk fakültesinden mezun olanlar dışından alınacak adaylar bakımından,   her dönemde alınacak aday sayısının yüzde yirmisini geçmemek üzere ihtiyaç oranında, hukuk veya hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilgiler, idari bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yüksek öğrenim yapmış veya bunlara denkliği  kabul edilmiş yabancı öğretim kurumlarından mezun olmak,
d) Kamu haklarından yasaklı olmamak,
e) (Mülga)
f) Askerlik durumu itibariyle askerlikle ilgisi bulunmamak veya muvazzaflık hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedeğe geçirilmiş olmak,
g) Hakimlik ve savcılık görevlerini sürekli olarak yurdun her yerinde yapmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın dışında çevrenin yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol zorluğu çekmek gibi özürlü durumları bulunmamak,
h) Taksirli suçlar hariç olmak üzere, üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı bir suçtan veya kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak veya bu suçlardan veya taksirli suçlar hariç olmak üzere üç aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir fiilden dolayı soruşturma veya kovuşturma altında olmamak.
ı) Yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı göstermek,
j) Hakimlik ve savcılık mesleğine yakışmayacak tutum ve davranışlarda bulunmamış olmak,
k) Avukatlık mesleğinden adaylığa geçmek isteyenler için; yukarıdaki (ı) bendi hariç diğer şartları taşımakla birlikte, mesleklerinde fiilen en az beş yıl çalışmış, giriş sınavının yapıldığı tarih itibariyle kırk beş yaşını doldurmamış ve kendi aralarında yapılacak olan yazılı yarışma sınavında ve mülakatta başarılı olmak şarttır.
Yazılı Sınav
Bu koşullar sahip hakim / savcı aday adayları, Adalet Bakanlığı’nın belirlediği kontenjanlar dahilinden, ÖSYM tarafından düzenlenen bir sınava tabi tutulur. Sınav, Genel Yetenek ve Genel Kültür ile Alan Bilgisi bölümlerinden oluşur. Genel Kültür sorularının puan hesaplanmasındaki ağırlığı %20′dir. Genel Yetenek ve Genel Kültür kısmında Türkçe, Matematik, Türk Kültür ve Medeniyetleri, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi ve Temel Yurttaşlık Bilgisi konularından sorular bulunur. Alan Bilgisi kısmında ise, Adli Yargı Hakimliği Sınavlarında Anayasa Hukuku, Medeni Hukuk, Borçlar Hukuku, Hukuk Yargılama Usulü, Ticaret Hukuku, İcra ve İflas Hukuku, Ceza Hukuku, Ceza Yargılama Usulü, İdari Yargılama Usulü ve İdare Hukuku; İdari Yargı Hakimliği Sınavlarında ise, Anayasa Hukuku, İdare hukuku, İdari Yargılama Usulü,  Hukuk Yargılama Usulü, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Medeni Hukuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Vergi Hukuku, Vergi Usul Hukuku ve Maliye-Ekonomi konularından sorular bulunur.
 Sınav, 100 tam puan üzerinden değerlendirilir ve 70 puan alanlar sınavı kazanmış sayılır. Aday adayları puan sırasına göre sıralanarak bir liste hazırlanır. Bu listeden, o sınav için ilan edilmiş kadro sayısının iki katı kadar aday adayı, sözlü mülakata katılmaya hak kazanmış olur.
Mülakat
Yazılı sınavda başarılı olarak mülakata katılmaya hak kazananlar, bir sözlü mülakattan da geçmek zorundadır. Mülakat için oluşturulan kurul, Adalet Bakanlığı Müsteşarı veya görevlendireceği Müsteşar Yardımcısı başkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel Müdürleri ile Türkiye Adalet Akademisi Yönetim Kurulunun her sınav için kendi üyeleri arasından belirleyeceği iki üye olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur.
Mülakatta aday adayının, muhakeme gücü, bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade yeteneği, genel ve fiziki görünümü, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğunun ve liyakati, yetenek ve kültürü, çağdaş bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı gibi hususlar puan vermek suretiyle değerlendirilir.
Değerlendirme
Mülakat sonrası, yazılı sınav puanının %70′i ve mülakat puanının %30′u alınarak bir puan belirlemesi yapılır ve aday adayları puanlarına göre sıralanır. En çok puan alandan başlamak üzere hazırlanan listede, açıklanan kadro kadar aday adayı, başarılı kabul edilerek hakimlik / savcılık stajına başlamaya hak kazanır.
Staj
Hakimlik / Savcılık adaylığı dönemi (staj), 4954 Sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanunu‘na 08.08.2011 tarihinde 650 sayılı K.H.K. ile eklenen geçici 11. maddeye göre beş yıl süreyle 1 yıla indirilmiştir. Ancak uygulamada bu süre uzayabilmektedir.
Stajın yapılması, Adli Yargı Hakim ve Savcı Adayları ile İdari Yargı Hakim Adaylarının Staj Dönemi ile Staj Mahkemelerine İlişkin Yönetmelik hükümlerine tabidir. Bu yönetmelik hükümlerine göre, gerek adli ve idari yargı hakim adayları ve gerekçe savcı adaylarının, Yargıtay ve Danıştay stajları, hangi mahkemede ne kadar süre ile staj göreceği, Adalet Akademisi’nde alacakları eğitim ve bunun süresi gibi hususlar düzenlenmiştir.
Tüm bu süreçleri başarı ile tamamlayan hakim / savcı adayı, eğitimin sonunda son bir sınava tabi tutulur. Bu sınavı da başarıyla tamamlayan adaylar, hakimlik / savcılık mesleği için bir engelinin bulunmaması halinde ataması yapılarak mesleğe başlarlar.
SON NOT: Özellikle ülkemizde hakim/savcı olmak gayet zor ve yorucudur.Meslek için naçizane olarak ideali olanlar tarafından yapılacağını düşünmekteyim.Çünkü aileden,yaşamdan aslında kısacası her şeyden fedakarlık gerektiren mesleklerdir.Mezun olan arkadaşlarımızın meslek üzerinde yoğunlaşmadan önce deneyimli ve tarafsız insanlardan yorumlar almaları onlar için yararlı olacaktır.Ancak son olarak söylemeliyim ki işini severek,inanarak yapan bir hakim/savcının da olayları sonlandırdığı zaman elde ettiği mutluluğu tahmin etmek zor olmasa gerek.
3-)AKADEMİSYEN:   Akademik kariyer, bir hukuk mezunu için üst sıralarda düşünülebilecek mesleklerdendir. Akademisyenlik, daha çok sürekli araştırma ve eğitim faaliyetlerine ilgi duyanlar için uygun bir meslek dalıdır. Akademik kariyer için lisans eğitiminden sonra sırasıyla yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlamak ve iyi derecede bir yabancı dil biliyor olmak gerekir. Ayrıca çalışılmak istenilen üniversitenin düzenleyeceği yazılı ve sözlü sınavları da başarıyla geçmek gerekir. Ülkemizde sayıları giderek artan hukuk fakülteleri baz alındığında, hukuk alanında akademisyen ihtiyacının bulunduğu açıktır.
      Araştırma görevlisi adaylarını zorlayan iki önemli sınav var. Birincisi ALES yani Akademik Personel ve Lisans üstü Eğitimi Giriş Sınavı’dır. ALES’te 80 Türkçe, 80 Matematik sorusu sorulur ve sözel, sayısal, eşit ağırlık puan türlerine göre puanlarınız oluşturulur. Araştırma görevliliğine müracaat ettiğiniz bölümün üniversite girişte tabi olduğu puan türüne göre, sizin başvuruda kullanabileceğiniz puan türü aynıdır. Yani Tarih bölümü sözel puanla öğrenci alıyorsa, Tarih bölümüne araştırma görevlisi alınırken de ALES puan türlerinden sözel puan dikkate alınır. Dolayısıyla ilgili puan türünüzü oldukça yüksek tutmanız gerekmektedir.
    İkinci sınav ise dil sınavı.  Dil sınavlarından geçmek için herhangi birinden yeterli puanı almanız gerekiyor. Genellikle KPDS ve ÜDS sınavları kullanılıyor ve 50 puan barajdır. Bu sınavlar dışında TOEFL, IELTS gibi uluslararası geçerliliği olan sınavların herhangi birinden üniversitenin istediği puanı ya da puanın dengini almak da yeterli olabiliyor. Eğer KPDS ve ÜDS dışında başka bir sınava girmeyi düşünüyorsanız YÖK’ün en son ilan ettiği yabancı dil denklik çizelgesini dikkatle incelemenizde büyük yarar vardır.
Bazı üniversitelerde eğitim dili İngilizce olduğundan araştırma görevlilerinden YÖK’ün belirlediği barajdan daha yüksek puanlar isteyebiliyorlar. Örneğin ALES barajı 70 iken 80; ÜDS, KPDS barajı 50 iken 80 istenebiliyor. Çoğunlukla vakıf üniversiteleri yüksek puan talep etmektedir.
Bütün bu puanları cebinde olan adayın önünde, istediği bölümlerde ve üniversitelerde ilan çıkmasını beklemek gibi sabır taşını çatlatan stresli bir süreç başlıyor. Araştırma görevliliği ve tüm akademisyenlik ilanları YÖK'ün ilgili sayfasından duyuruluyor. Bu adres takip edildiğinde tüm üniversiteleri tek tek takip etmek zorunda kalınmıyor.
Araştırma görevlisi ilanlarında bazı koşullar hepsinde aynıdır. Aşağıya genel koşulları sıraladım. Ancak dediğim gibi, üniversitelerin sınav barajını yukarı çekme hakları var.
Başvuru Koşulları
1-  657 Sayılı Kanunun 48. maddesinde belirtilen şartları taşımak
2- Son başvuru tarihi itibariyle 35 yaşından gün almamış olmak
3- ALES’ten 100 üzerinden alanında en az 70 puan almış olmak
4-  Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavından (KPDS) veya Üniversiteler arası Kurul Yabancı Dil Sınavından (ÜDS) İngilizce sınavından 100 üzerinden en az 50 puan veya eş değerliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilen bir sınavdan bu puan muadili bir puan ve üzeri puan almış olmak
Başvuru şekli
Başvurular şahsen veya posta yoluyla ve üniversitemiz rektörlüklerine son başvuru tarihine kadar yapılmalıdır. Başvuru tarihi sonuna kadar başvurusu ulaşmayan adayların ve eksik belgesi olan adayların başvuruları geçersiz sayılır.
Başvuruda istenen belgeler (GENELLİKLE)
1- Başvuru Formu
2- Başvurulan kadroyu ve iletişim bilgilerini belirten Başvuru Dilekçesi
3- Öz geçmiş
4- Onaylı Nüfus Cüzdanı Sureti
5- İki adet fotoğraf (Son altı ay içinde çekilmiş)
6- Yabancı dil sınav belgesi
7- ALES belgesi
8- Öğrenim belgeleri (Lisans / Yüksek Lisans)
9- Lisans not belgesi (transkript)
10- Yabancı ülkelerden alınmış olan diplomaların denklik belgesi
11- Erkek adayların askerlik durumlarına ilişkin belge (terhis, tecil veya muaf olduğunu gösterir belge)
Peki sonra?
Araştırma görevliliği ilanına müracaat ettiğinizde, önce KPDS/ÜDS dil puanının, ALES puanının, lisans mezuniyet notunun belli oranları alınıp bir puan elde ediliyor ve ilk 4 denilen mülakata girme hakkı kazanan kişiler belirleniyor. Sanırım dil puanının %30′u, ALES’in %50′si, lisans mezuniyet notunun %20′si alınarak söz konusu puan oluşturuluyor. Bu yüzdelerden çok emin değilim, sizi yanıltmasın.Çünkü her bölüme göre değişiyor.
Ardından, belirlenen dört aday mülakata alınıyor. Bazı üniversiteler sözlü mülakat yaparken, bazıları yazılı bilimsel yeterlilik sınavı yapıyor. Her halûkarda elde edilen puan kabul edilebilmek için çok büyük önemi haiz oluyor.
En son aşamada, KPDS/ÜDS dil puanının %10′i, ALES puanının %30′u, lisans mezuniyet notunun %30′u ve mülakat notunun %30′u alınarak adayların puanları belirlenir. En yüksek puanı alan aday araştırma görevliliği kadrosuna hak kazanır. Böylece bütün bu engelleri başarıyla geçen ve tebriği hak eden bir akademisyen adayımız var demektir.
İşte size uzun ve meşakkatli bir yol. Allah herkese kolaylık versin, hak edene versin!
NOT : Bence akademisyenlik yolunu seçmek de tamamen bir idealdir.Gerçekten çok zor ve meşakkatli yollar sonucu elde edilen bir meslek.Ancak bir akademisyen için özellikle bir öğretmen misali yeni yetişen hukuk öğrencilerine deneyimlerini ve bildiklerini anlatmak güzel olsa gerek.Son olarak diyeceğim şudur ki bizim ne oldum delisi olmayan çok sayıda akademisyene ihtiyacımız olacak ne yazık ki! Bu dediğimi üniversiteye giden arkadaşlar daha iyi anlayacaktır.

4-)NOTER: Noterlik de, yalnızca hukuk fakültesi mezunlarının yapabileceği bir meslek olarak, 1512 sayılı Noterlik Kanunu‘nda düzenlenmiştir. Noter olabilmek için, Noterlik Kanunu madde 7′de öngörülen staj koşullarını taşıyor olmak gerekir. Staj süresi bir yıldır. Stajın tamamlanması sonrasında belirli koşulların da varlığı halinde noterlik belgesi almaya hak kazanılır.
Stajyerlik şartları
             Madde 7 – Noterlik stajına kabul edilebilmek için:
           1. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
           2. (Değişik : 13/6/2000 - 4579/1 md.) 21 yaşını bitirmiş ve 40 yaşını doldurmamış olmak,
        3. Türk hukuk fakültelerinin birinden mezun olmak veya yabancı bir memleket hukuk fakültesinden mezun olup da, Türkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalan  derslerden başarılı sınav vermiş bulunmak,
           4. (Mülga : 13/6/2000 - 4579/1 md.)
           5. (Değişik: 23/1/2008-5728/345 md.) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesine göre devlet memurluğuna atanmaya engel bir mahkûmiyeti bulunmamak,
         6. Kesinleşmiş bir ceza veya disiplin kararı sonucunda hakim, savcı, memur yahut avukat olmak niteliğini kaybetmiş bulunmamak,
             7. Noterlik mesleğine yaraşmayacak tutum ve davranışları çevresince bilinmiş olmamak,
             8. Noterlikle ve noter stajyerliği ile birleşemeyen bir işle uğraşmamak,
             9. Mahkeme kararı ile kısıtlanmış olmamak,
             10. İflas etmiş ise itibarı iade edilmiş olmak, (Hileli ve taksirli müflisler itibarları iade edilmiş olsa bile kabul olunmazlar.)
              11. Hakkında aciz vesikası verilmiş ise bunu kaldırmış bulunmak,
             12. Noterlik görevini devamlı ve gereği gibi yapmaya engel vücut veya akılca malul olmamak,
              13. Staj yapılacak yerde ikametgahı bulunmak, gerektir.
              (Değişik ikinci fıkra: 23/1/2008-5728/345 md.) Noterlik stajına engel mahkûmiyeti olanlar, noterliğe kabul edilemezler.
              (Değişik üçüncü fıkra: 23/1/2008-5728/345 md.) Staj isteminde bulunan kişi hakkında noterliğe engel bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturma yapılması halinde, stajyerliğe alınma isteği hakkındaki kararın bu soruşturma ve kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir.
              Şu kadar ki, ceza kovuşturmasının sonucu ne olursa olsun, stajyerliğe kabul isteğinin geri çevrilmesi gereken hallerde, sonuç beklenmeden istek karara bağlanır. 
NOT: Neredeyse bütün hukuk öğrencilerinin öğrenim gördüğü zamanlarda düşündüğü ancak neredeyse imkansız,ulaşılması zor,90lı yıllardaki fatura kuyruklarına benzettiğim,kolay gibi gözüken meslektir.An itibariyle çok uzun sıralardan bahsedilse de sabredildiğinde 25-30 yıla 3.dereceden başlanabilir.Hiçbir işin olmadığı bir yer bile çıksa havuz sistemi ile yine de hatırı sayılır paralar alınabilir.Her meslekte olduğu gibi hukuki ve cezai sorumlulukları olsa da hukuk mezununun seçebileceği ideal mesleklerden biridir.

5-)İCRA MEMURU: Adalet Bakanlığı son yıllarda icra müdürlüğü ve yardımcılığı kadrosu için hukuk fakültesi mezunlarını tercih etmektedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndaki koşulları taşıyan adaylar, ÖSYM tarafından düzenlenen sınavda başarılı olmalarının ardından icra müdür ve yardımcılığı kadrosuna atanabilirler. Yazılı sınav ÖSYM tarafından düzenlenir fakat sınav ilanı ve usulü Adalet Bakanlığı tarafından belirlenir. 2012 için 300 icra müdür ve yardımcılığı kadrosuna atama yapılması öngörülmektedir.
NOT: Bendeniz tarafından hiçbir zaman sevilmemiş,memurların her zaman pohpohlanmaya ihtiyaç duyduğu bir meslek türüdür.Özellikle tayin konusunun çok sıkıntılı olduğu yine kanaatime göre idealin aranabileceği bir meslektir.

6-)BAKANLIKTA UZMAN/MÜFETTİŞ : Hukuk fakültesi mezunları için yukarıda sayılanlar dışında birçok iş farklı meslek kolunda çalışma imkanı bulunmaktadır. Çeşitli bakanlıklarda uzman ya da müfettiş kadrosuyla çalışma olanağı bulunmaktadır. Bu kadrolarda çalışabilmek için KPSS sınavında başarılı olmak koşulu aranmaktadır.

7-)BANKA VE FİNANS KURULUŞLARINDA DANIŞMANLIK,HUKUK MÜŞAVİRLİĞİ:  Banka ve finans kurumları, bünyelerinde hukuk danışmanı, hukuk müşaviri kadrosuyla hukukçu personel istihdam etmektedir. Bu kadrolarda çalışabilmek için kurumların kendi yeterlilik sınavları ile ilan ettiği diğer koşulları taşımak gerekmektedir.

8-)KAYMAKAMLIK: Kaymakamlık mesleği kadrolarında Siyasal Bilgiler, İktisadi ve İdari Bilimler gibi alanların yanı sıra, Hukuk Fakültesi mezunları da ihdas edilmektedir. Bunun için KPSS A Grubu sınavından başarılı olmak ön koşuldur.

9-)DİĞER: Bir hukuk mezununun çalışabileceği meslekler yalnızca sayılanlarla sınırlı değildir. Hukuk fakültesi mezunu, almış olduğu geniş hukuk formasyonuyla birçok kamu kurumunda yahut özel sektörde çok çeşitli alanlarda çalışabilir. Birçok belediye başkanı, müsteşar ve milletvekilinin hukukçu olduğunu da hatırlatalım.
NOT: Gerçekten de hukuk mezununun yapabileceği işler sayılanlarla sınırlı değildir.Özellikle özel kesimde kendini geliştiren bir hukuk mezununun kolaylıkla iş bulabileceği kanaatindeyim.Genellikle ileri seviye  ingilizce,ofis yazılımları bilgisine sahip olma ve öğrencilik süresinde öğrencilik dışında yapılan aktiviteler de dikkate alınmaktadır.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

HAYAT

                                              HAYATA MOTİVE OLMAK          
         Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba! 3.sınıfın yoğunluğu içinde bloguma hiç zaman ayıramadım.İnanın hukuksal metinler dışında bir şey yazmayı o kadar özledim ki...Bazen kendi kendime arada en azından kafa dağıtmak,başka şeylerle ilgilenmek için bu yazma işine zaman ayırmalısın diyorum ama fırsat yaratamıyorum.Bu sefer bilgisayarın başına oturduğumda 'Belki de fırsatları ben yaratmalıyım' mantığı ile oturdum ve artık başlıyorum.
         Bir gün yine ders çalışırken dalıp gitmişim uzaklara doğru.Sanırım ders çalışmanın verdiği yorgunluk olsa gerek.Bir süre sonra nasıl oldu bilmiyorum ama kendimi kağıt kalemle beraber masada buluverdim.Tabi ezberlenecek kağıtlar ve kanunlar bir tarafta,ben kağıt ve kalemle bir tarafta...Artık nasıl sıkıldıysam kalemimden kağıda şu cümleler dökülüvermiş: 'Hayatımız bir sigara misali adeta... Ana karnından çıktığımız anda hayat denilen kahpe basıyor çakmağa ve başlıyor amansız yolculuk...Bazen hızlı nefeslerle tüketiyor bizi bazense keyfini çıkara çıkara ağır ağır...Artık şans misali bize ne kadar ömür biçilmişse ona göre davranıyor. Tamamen kendi keyfine kalmış.Duruyor,dinleniyor ,bırakıyor,tekrar sarılıyor,tekrar çekiyor,hzlı çekiyor yavaş çekiyor ve en sonunda da baş parmağı ile işaret parmağı arasına alıp fırlatıp atıyor bir köşeye...Günü geliyor bu otoriteye biz karşı çıkıp hayatın bizi tüketmesine dur diyoruz ve yarıda bırakıyoruz bu keyfi...(Tabi sınırlı sayıda şanslı için geçerli)Yarım kalan hayatımız ve biz karşı karşıya kalıyoruz.Ama bu sefer tek farkla:artık hayatımızın içine sıçan birisi yok!
         Bu cümleleri yazarken nasıl bir düşünce yapısı içerisindeydim hala bilmiyorum ama sanırım depresif duygular,sınavlar ve ders yoğunluğunun verdiği etkiyle etrafımı sarmış.Bu sene bu duygular içerisine girerek hem kendimi hem de sevdiklerimi çok üzdüm sanırım.Ama artık fırsatları kendimin yaratması gereken zaman geldi.Bundan sonra hayatın beni çekmesine izin veremem.Buraya kadarmış sigaranın ömrü...
        Aslında bu yazımı yazma nedenime de yavaş yavaş geçme vakti geldi sanırım... Bu yazımda terzi kendi söküğünü dikemezmiş mantığından yola çıkmak istiyorum.Yıllardır çevremdeki insanların daha mutlu daha huzurlu yaşaması için çok çaba sarf ettim.Nice olaylar geçti başımızdan ve nice badireler atlattık sevdiğim insanlarla.Ama sonunda gördüm ki arada kalarak hep sorunlu insan olarak anıldım.Tabiri caizse iyilik edip kötü oldum.Boşuna dememişler:'İyilik yap denize at deniz bilmezse halik bilir' diye.Belki de öyle yapmak lazım.Ama işte benim tıkandığım noktalardan birisi de bu.Yıllarca iyi şeyler için yaptığım çabalar -affedersiniz ama burda şu espriyi yapmak istiyorum:bir gün gelir bir tarafımı tırmalar-sonuçsuz bir uğraşı olarak karşıma çıkıyor.Bu durum ilerleyen zamanlarda beni daha da yıpratarak elimi attığım dalın kuruduğu düşüncesine ve başarısız olduğum inancına kadar sürükledi.Başta da demiştim terzi kendi söküğünü dikemez diye ama terzinin de bir yerden başlaması lazım kendi söküklerini dikmeye...
    Her insan içinde bulunduğu durumdan daha iyisini hak ettiğini düşünür. İnsanın bu düşünceye sahip olması, onun var olma ve gelişme özelliğinin en önemli parçasını oluşturur. Okul derslerinden en yüksek notu almayı, ödevlerini günü gününe yapmayı, matematik, fen bilgisi, sosyal bilgiler ve Türkçe derslerinden; deneme sınavlarından en yüksek puanı almayı; derslerde öğretmenin sorduğu sorulara en önce doğru cevaplar vermeyi, arkadaşlarımız tarafından sevilen biri olmayı hepimiz çok isteriz. İyi bir fakültede okumayı, yüksek maaşlı ve saygın bir işte çalışmayı, iyi bir mevkide hatırı sayılır, insanlar arasında sözü dinlenir biri olmayı hangimiz arzu etmeyiz ki? Ancak isteklerine kavuşabilenler ne yazık ki çok küçük bir azınlık. Bunlar da istekleri doğrultusunda vakit kaybetmeden adım atanlardır.
     Bundan sonra yazıma daha önce okuduğum bir yazı ile devam etmek istiyorum.Bu yazım kendi söküğünü dikemeyen terzilere gelsin :)

    Genellikle kendi kendine motivasyonun artırılması konusu, insanların belki de cevabını en çok merak ettikleri konuların başında gelir. Başkası yapabilirken, ben neden başaramıyorum? Aslında sorunun cevabı da kendi kendini motive etme teknikleri içinde gizlidir. Yaşamın akıp gitmesi esnasında hayatı öğrenip tecrübe kazandıkça, daha sonra karşımıza gelen zorlukları daha kolay yendiğimiz ortadadır. Ayrıca hayatımıza yerleştirmeye çalıştığımız yeni bir bakış açısı ile başarıyı ve yüksek motivasyonu sağlamamız daha kolay olacaktır. Bütün bunlarla birlikte yaşamın kendisinden elde edeceğimiz birçok pratik ve deneyim sayesinde, ayakta kalma gücümüz de artacaktır.


İşe günaydınla başlayın: Evden ayrılıp yola çıktığınızda, karşınıza çıkan ağaçlara, çiçeklere bakmayı, tanındıklarınıza gülümseyerek günaydın demeyi ihmal etmeyin. Çiçeklere bakmak sizi rahatlatacak, tanıdıklarınıza günaydın demekse hem onların hem de sizin kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olacaktır.
Hormonlu yemeyin: Mümkünse yazın yaz besinleri, kışın da kış meyve ve sebzelerini tüketin. Örneğin; kışın yediğiniz domates sera domatesidir ve hormonludur. Yazın yediğiniz portakal dondurucudan çıkmıştır. Hormonlu yiyecekler vücudunuza yarar yerine zarar verir.
Sorunları normalleştirin: Güne güzel bir moralle başlamak öncelikle kendimize olan sorumluluğumuzdur. Elbette gün içerisinde iyi, kötü, stresli olaylar gelip bizi bulacak ve kaçınılmaz olarak moralimizin de bozulduğu anlar yaşanacaktır. Bunların hayatın cilveleri olduğunu aklımızda tutup yaşadığımız sürece kimi zaman bizi rahatsız edebileceklerini kabul etmek gerekir.
Kendinizi şımartın: Değerli olduğumuzu kabul ettikten sonra kendimizi biraz olsun şımartmayı da ihmal etmeyelim. Acaba bugün canımız güne kahve ile mi başlamak ister, bir bardak bitki çayıyla mı yoksa şöyle bir koca bardak süt veya çikolata mı? İçeceğimizi de seçtikten sonra hoşunuza giden fiziki bir özelliğinizi belirleyip kendinizi buna odaklayın: “saçların çok parlak” veya “bu yeni diş macunu dişlerini daha çok beyazlattı” gibi basit bir övgüde bulunabilirsiniz.
Her gün spor yapın: Her gün en az 30 dakika egzersiz çalışması yapmalısınız. Eğer ofiste çalışan birisi iseniz en az bir ofis egzersizi ve evinizde uygulayabileceğiniz en az bir adet egzersizi en kısa sürede öğrenmelisiniz. Yapacağınız egzersizlerin teknik olarak size ne gibi faydaları olduğunu öğrenmeniz sizi motive edecektir.
Beslenmenizi gözden geçirin: Beslenme biçiminizi gözden geçirin. Örneğin size kilo aldıran besinleri iyice tanımalısınız. Ayrıca hayatınıza yeşil sebze ve meyveleri daha ağırlıklı olarak sokmaya çalışın. Kırmızı et tüketimi ilerleyen yaşlar için bir takım sağlık sorunlarını ortaya çıkarabilir. En kısa sürede bir hastaneye gidip gerekli rutin testlerinizi yaptırın.
Sağlıklı bir vücuda sahip olun: Yaşadığınız sağlık sorunlarını daha az seviyelere indirmek için öncelikle kendinize bir spor programı ve bir beslenme programı oluşturmalısınız. Esasında çoğunlukla sadece diyet veya sadece spor yaparak sağlıklı kalmaya çalışmak olayın bütününden uzaklaşmanızı da sağlar. Tabi bunlar tek başına yeterli değildir.
Süper kahraman değilsiniz: Öncelikle şöyle düşünmelisiniz; siz her şeyi başarabilecek bir süper kahraman değilsiniz. Karşınıza hangi iş veya durum çıkarsa çıksın düşünce biçiminiz kazanmak olmamalıdır. Her zaman kazanamazsınız. “Ben elimden geleni yapacağım ve bundan sonrası için de olumlu düşüneceğim” diyebilmelisiniz.
Plan yapın: Planlı ve düzenli olmak, bir plan dahilinde ilerlemek her zaman insana güven verir. Sistematik, planlı/programlı bir yaşam toplumda sanıldığının aksine, insanı otomat yapmaz. Bu sıkıcı da değildir. Aksine planlı yaşamak, ne yapacağınızı bilmek, size güven verir. Kendinizin ne tepki vereceğini bilirsiniz ve dışarıdan insanlar tarafından saygıdeğer kabul edilirsiniz. Bütün bu etkenler olumlu pozitif bir güç olarak hayatınızın ilerlemesine katkıda bulunur.
İnancınızı sorgulayın: Neye, nasıl ve ne şekilde inandığınızı düşündünüz mü? İnanmak, başarmanın en önemli koşuludur. Gerçekten inanmadığınız hangi konuyu başardınız? Bir işe başlamadan önce, o olaya ne oranda inandığınızı düşünün.
Organik tüketin: Yeşil sebze, meyve, balık, nohut, yeşil mercimek, ızgara kırmızı et, turunçgil, çörek otu, keten tohumu, yeşil çay, ceviz, Antep fıstığı, nar ve çekirdeği, bal, pekmez, siyah üzüm çekirdeği, kivi yiyin, en az 1,5 litre içme suyu tüketin. Organik ürünler tüketmeye çaba gösterin. Hayatınızdan; ekmek, yanmış besinler, kızartmalar, fast food, cola vb. içecekleri çıkarın.
Tepkilerinizi kontrol altına alın: Evet çabuk sinirlenen ve olur olmaz şeylere ani reaksiyon gösteren biri iseniz, duygu durumunuzu ve vereceğiniz tepkileri kontrol altına almayı öğrenmelisiniz. Normalde tepki gösterdiğiniz bir konuya mutlu olduğunuzda daha az tepki gösterdiğinizi aklınıza getirin. Sözgelimi araba sürerken sürekli insanlara sinirleniyorsanız, bunu bundan sonra yapmamak konusunda karar almalısınız. Zira trafikteki sinirlenmeniz, kızmanız, bağırmanız çevrenizdeki insanları değiştirmeyeceği gibi aksine sizlerin sinirlerinin bozulmasına neden olur.
Dolabınızı temizleyin: Eğer çevresel koşullarınızda sizin moralinizi bozan dış faktörler var ise, vakit kaybetmeden bunları değiştirmekle işe başlayın. Sözgelimi evinizde sevmediğiniz eşyalar varsa derhal kurtulun. Giydiğiniz zaman size iyi hissettirmeyen giysilerinizi dolabınızdan çıkartın. Evinizdeki eşyalardan giydiğiniz giysilere kadar, hatta gittiğiniz mekanlara kadar moralinize olumsuz etki edecek tüm dış faktörlerden korunmalısınız.
Başkalarına yardım edin: Bazı insanlar sadece kendileri için yaşarlar. Hayat onların ‘ben’lerinde sadece kendileri için sürer gider. Oysa insanlar sosyal varlıklardır. Bir topluluk içinde yaşarlar ve her insanın birbirine hakkı dolaylı da olsa geçer. Başkalarına yardım etmek ve özellikle de ihtiyacı olanlara yardımcı olmak, insanın motivasyonunu üst düzeye çıkaran önemli unsurlardandır.